Phoenix ! ~ Harry Potter Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaEski ParşömenLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Rose Evelyn Constantine

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Rose Evelyn Constantine
Gringotts Müdiresi
Gringotts Müdiresi
Rose Evelyn Constantine


Mesaj Sayısı : 62
Galleon : 106
Kayıt tarihi : 01/05/09
Taraf : Karanlık
Sihirsel Soy : Safkan

Bilgiler
Ro Puanı:
Rose Evelyn Constantine Imgleft78/100Rose Evelyn Constantine Emptybarbleue  (78/100)

Rose Evelyn Constantine Empty
MesajKonu: Rose Evelyn Constantine   Rose Evelyn Constantine Icon_minitimeCuma Mayıs 01, 2009 10:12 pm

Ay ışığı geceyi tüm ihtişamıyla parlatırken, ofiste işlerle uğraşmak kadar büyük bir ceza yoktu Rose için. Zihninde sorular,gözlerinde sevgilisinin buğulu bir cam ardına gizlenmiş imgesi ve elindeki dolma kalemle odanın içinde bir aşağı bir yukarı gezmek içini fazlasıyla sıkardı. Niyeydi bu kadar çaba? Niyeydi bu çırpınışlar? Her şeye sahipti. Hatta belki de onun yaşında bir kadının sahip olabileceğinden çok daha fazlası vardı elinde. Bir dedikodu imparatorluğu... Abartmıyordu. Dergisi ülkenin ve büyücü aleminin her bir noktasınta yok satıyordu. Gelirler tavana vurmuş, baskılar yetişmemeye başlamıştı. Durumun böyle olması da onu bir mahkum misali geceleri ofisinde geçirmeye hapsetmişti. Odadaki çalar saat gece yarısını vuralı çok olmuştu. Masanın üzerinde bir şarap şişesi açık, bardaktaki ruj izi bütün tazeliği ile ona vuran ışıkla birleşerek güzel bir kırmızı tonunu yansıtıyordu. Rose dosyaları bir kenarıya bırakarak cama doğru adım attı. Hava çok soğuk sayılmazdı. Yazın sıcak esintileri bütün sokakları bir bekçi gibi geziniyor; girilmedik, kontrol edilmedik ufacık bir köşe dahi bırakmıyordu. Eli telefonuna gitti. "Alexz..." diye fısıldadı kendi kendine. Aklına ilginç bir şekilde David'i getiriyordu. Gülüşü, bakışı, parfümü ... Onu Rose için özel yapan sadece buydu belki de. Genelde çapkınlığı ile basın dünyasına ismini yazdırmış bir editör olarak çapkın erkekleri sevmeyen bu kadın, kendini Alexz'den bir türlü uzak tutmayı beceremiyordu. Her bir deneyişinde bir kez daha başarısız oluyordu. Elinde telefon hazır beklerken gözleri masum tik taklarla hayatını dolduran saate takılmıştı. Saat daha fazlasıyla erkendi. Günün ağarmasına, güneşin bütün görkemiyle gökyüzünde yerini almasına saatler vardı."Şimdi değil Rose." diye söylendi kendi kendine. Pencereyi açık bırakarak arkasını döndü ve odadaki lambanın ışığını arttırdı. "Lucy." diye seslendi yardımcısına. Bu zayıf ve güzel sayılabilecek bir vicuda sahip genç kız büyük bir heyecanla odaya girmişti. Henüz işinde ilk haftasının olmasının heyecanını yenemeyecek olacak ki sadece şaşkın şaşkın Rose'nin yüzüne bakıyordu. "Karnım acıktı. Sandviç istiyorum.Hardal koyma sakın. Ayrıca yanına da kahve. Şimdi çıkabilirsin." dedi. Kız hala olduğu yerde duruyordu. "Çıkabilirsin dedim Lucy. Bir sorunun mu var neden dikiliyorsun?" lafının üzerine odadan kaçarmışçasına çıkan kız için ne kadar çömez olduğundan başka bir şey düşünmedi. Elini alnına götürerek başını ovuşturdu. Ne kadar saattir çalıştığı hakkında hçi bir fikri yoktu. Ya da ne kadar saat daha çalışacağı... Sadece gözlerinin daha fazla dayanamayacağını hissetti. Kendini kanepeye attığı sırada gözü çerçevelere takılmıştı. İçlerinde bütün sevdiklerinin fotoğrafları vardı. Alexz, Dawnielle, Valentine, Helena ve David... Suratına yerleşen belli belirsiz bir gülümsemenin ardından eline asasını aldı. David'in fotoğrafının bulunduğu çerçeveye doğru büyülü sözleri fısıldayarak çerçevenin yanına gelmesini izledi. Moskovada geçirdikleri ilk tatillerinde çekilmiş bir resimdi bu. Tanıştıklarının ikinci ayınının tam olarak ikinci günüydü. Her şeyini ona borçluydu. İşini, kişiliğini, hatıralarını... Hatta belki de aşkı tatmasını bile. Sıcak avucunun içinde duran soğuk çerçeveyi parmağıyla sevdi. Yüz hatları,mimikleri hep gözünün önündeydi. Derin bir nefes aldı. Oturduğu kaşmir kaplı rahat koltuktan kalkarak çerçeveyi yerine bıraktı. Gözü bu sefer Alexz'inkine takılmıştı. Ne kadar havalı ne kadar ukala diye geçirdi içinden gülümsemesini tutamadan. Onunla geçirdiği her saniyedeğerliydi Rose için. İki dudağı arasından çıkan her bir söz için canlarını verecek erkekler olduğunu çok iyi biliyordu ama Alexz'e olan sevgisinden dolayı hiçbirisine bakmıyordu. Tabii aynı şey biricik sevgilisi için pek de söylenemezdi. Tahminen şu anda bir kızın sıcak kollarında sefa sürüyordu. "Saftaloz..." diyerek bir kahkaha attı. Kendini resimlerden sıyırıp telefonuna uzandı. Yavaşça numarayı girmeye koyuldu. Ahizei kulağına dayamışken Lucy kapıyı çaldı ve içeri girerek masanın üzerine gümüş kaplı tepsiyi koydu. Tam asistanına bir şeyler söylemek için bedenine ciddi ve asil bir duruş kazandırdığı bir sırada telefon açıldı."Bir dahakine daha hızlı ol Lucy. Senin bu yavaşlığınla kesin açlıktan ölürüm ben." diyerek bir gülücük attı ve tekrar Alexz ile ilgilenmeye koyuldu. "Ah Alexz. Rahatsız etmiyorum ya derdim ama bu saatte uyumayacağını ikimizde çok iyi biliyoruz. Müsait misin yoksa yanındaki kızlar gidince tekrar arayayım mı?" dedi. Bu laflarının altında kendinden emin ve hafif dalgacı bir tavır yatıyordu. Yardımcısının odadan çıkmasıyla cama doğru harekete geçti yine. Ciddileşmesi gerekiyordu. Her ne kadar ondan hoşlansa da ona karşı basit, peşinden koşan biri gibi görünmeye tahammül edemezdi. "Her neyse. Nerelerdesin? Canım sıkıldı ofiste. İki gündür dosyalarla sabahlıyorum." dedi. Şu an Alexz'in yüzünde muzur bir gülümseme olduğuna bahse girebilirdi. Onun hareketlerini ve düşüncelerini adı gibi biliyordu. Ya da o öyle düşünüyordu.Onun bu düşüncelerini karşıdan gelen ses böldü; ''Ah hadi ama Rose. Nereden çıkardın bunu. Biliyorsun şu dünya üzerindeki tek mükemmel dişi sensin benim için. Düşünme böyle. Hala benim aşkımı sorguluyorsun ama güzelim. Bu arada seni çok özledim Rose. Her bir zerrem seni arzuluyor."

Arzular,özlemler ve çelişkiler arasında kalan bir aşk. Kalbi aynı anda iki yerde birden atıyordu. Gözleri David'in fotoğrafında, kulakları sevgilisinin sesindeydi. Alexz'in onu arzuladığını biliyordu. O da bu dosyaların arasından sıyrılıp sevgilisinin kollarında olmayı tercih ediyordu.Ama vicdanı şuanda buna müsade etmiyordu. İçinde nedensizce yanan bir ateş onu bundan vazgeçiriyordu. Aslında bırakabilirdi herşeyi. İşi,dosyaları,haberleri... Hepsini bırakıp gidebilirdi Alexz'in yanına. Doruklarına çıkabilirdi aşkının. Sevgilisinin gözlerinde kaybolabilir, ıslak dudaklarında dindirebilirdi çöleki susuzluk misali yanan alevini. ‘’İspanya’dayım hayatım. Yıldızlar, dolunay ve loş bir ortam. Bir şişe şarap ardında iki adet kadeh. Sevgilim burada olmanı öyle isterdim ki. Senin o aptal kağıtlar ardına gizlenmiş ruhunu oradan kaçırıp, burada aşkın zirvesine taşımayı öyle çok isterdim ki.’’ Yakışıklı oyuncu yine sözlemişti sözlerini. Yıldızlar,dolunay ve loş ortam... Her ne kadar güzel gelsede kulağa bahaneler üretmeyildi. Kalbi el vermiyordu. Göz yaşları sessizce süzülüyor aklında David'i son gördüğü günden esintiler dolaşıyordu. "Yıldızlar... Senin kadar güzel ve senin kadar ulaşılmazlar sevgilim." derdi ona hep. Gözlerinde yıldızlardan bir parça taşıdığını her gün dünyaya haykırırcasına tekrarlardı Rose'a. Şimdi ise yoktu burada. Lanet olasıca bir hastalık alıp götürmüştü onu. Çok kereler denemişti unutmayı. Tek gecelik aşklar, vücuduyla bütünleşen vücutlar... Hiçbirisinden etkilenmemişti. Hiçbirisini önemsememişti. Yalnız Alexz. Bir tek onda farklı hissetmişti kendini. Umursamaz ruhunu bir kenara atmış ve tekrar hissetmişti aşkın o alev alev yakan hallerini. "Üzgünüm aşkım. Ben de isterdim ama gelemem. En azından şimdilik." dedi ruhsuz bir tavırla. Sonra sustu. Kelimeler çıkmıyordu ağzından. Bahaneler üretmek, sevgilisine yalanlar söylemekten nefret ediyordu. Ama yapabileceği birşey yoktu. Buram buram hissederken yalanları ve mazide kalmış hatıraları, gidemezdi onun yanına. "Seni seviyorum"diyemezdi ne kadar sevse de. Yine yabancılaşacaktı ona karşı. Gözlerine yansıyan görüntü o değil David olacaktı zaman zaman. Bir gecede iki erkek... Ruhani ve bedeni arasında süregelen büyük bir savaş. Ruhu yorgundu yeterince. Daha fazla katlanamazdı bu sahnelere.

Sevgilisinin sesi çıkmıyordu. Telefon hala açıktı lakin onun ne sesi ne de soluğu vardı hattın öbür ucunda. "Alexz" dedi ne olduğunuanlamaya çalışan bir tavırla. Yine ses gelmemişti. "Hey Alexz." Suratında umarsız bir gülümseme belirdi. Bu mutluulktanveya şaşkınlıktan değildi. Kendine olan kızgınlığından doğan ve tamamen benliğindeki salak kısımla dalga geçen bir gülümsemeydi. Telefonu yavaşça kapadı. Onun için vicdanazabı çekerken, sırf David ile değilde onunla birlikte olmak istediği için kendini buraya kapatırken onun yaptığı hareketler... Nefret ediyordu kendinden. Sadece kendinden değil, Alexz'e karşı beslediği sevgiden de. "Lucy!" diye bağırdı sinirli bir eda ile. Genç kız kapıdan girdiğinde neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Ben çıkıyorum. Bu akşam daha fazla rahatsız edilmek istemiyorum. Ararlarsa şehir dışında de, izne ayrıldı de, öldü de. Umurumda değil ne dersen de!" dedi ve kırmızı ceketini üstüne geçirerek ofisten ayrıldı. Kalbi nefret doluydu hala. Çığlık atmak, avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu. Ölüm bile onu sakinleştiremezdi o anda belkide. Umutsuz çırpınışlar arasında indi derginin merdivenlerini. Diagon yolu herzamanki gibi kıpır kıpırdı. Saat kaç olursa olsun hiç değişmezdi ki zaten burası. İnsanlar edensizce yürür, bazen bir mağaza vitrinine takılır bazen de barlardan birinde sabahlarlardı. O ise bu gece bunların hiçbirini yapmayacaktı. Adımları kendinden emin, asası elinde, gözleri nemli bir şekilde yürümeye başladı. Önce "Issız yol" u geçti. Oradan sola saparak McCartneys'lerin çiftliğini ardında bıraktı. Tepeye doğru hiç yorulmadan ve topuklularını umursamadan çıkmaya başladı. Geldiği yer onun gizli mekanıydı. David'in mezarı... Hayatında güvendiği pek fazla kişi yoktu. David onlar arasında en güvendiğiydi. Yavaşça mezarın başına çöktü. Kurumuş toprak yığını ve başındaki mezar taşına baktı. "Ben geldim."dedi sessizce. Konuşmak istemiyordu. Sadece susmak ve manevi olarak da olsa onu hissetmek... Tek istediği buydu. Onun için sudan, havadan daha önemli bir ihtiyaçtı o saniyelerde bu. Kalbi atmıyormuşçasına sessizdi. Uzaklardan geçen bir karganın bayat melodisi hariç hiçbir ses yoktu kulaklarında. "Bir şey anlatmama gerek yok. Zaten biliyorsundur. Herzaman bilirsin... Eskiden ne zaman canım sıkılsa sana dert bile yanmazdım. Sen hep bilirdin çünkü. İlacım gibiydin. Şimdi nerdesin?" dedi ağlamaklı bir tavırla. Göz yaşları artık sel olmuştu. Kalbi sessizliğini yitirmiş, hıçkırıklarıyla birleşerek çıkacakmış gibi atmaya başlamıştı. Asasını kenara bıraktı. Gözlerini kapayıp mezarın yanına uzandı. Başını toprak yığınının üzerine - düşüncelerine göre David'in omzuna - yasladı. Kalbinin can çekişmesini hissetti buram buram. Gözleri artık daha fazla dayanamıyordu. Kapandılar yavaşça. Rüyalar alemine doğru bu ılık gecede uzun bir yolculuğa başladılar.

Gün ağardığı sırada telefonunun çalmasıyla uyandı. Gözlerini açtığında hala gece kaldığı yerde, David'in mezarındaydı. Güneş kemiklerini ısıtıyordu. Gözleri telefonunun ekranına kaydı. "Alexz" yazıyordu. İstemeyerek de olsa açmalıydı telefonu. "Efendim..." dedi rahatsız olmuş bir tavırla.
''Ah Rose nasıl anlatırım bilemiyorum bunu.Birden bir kabusun ortasındaydım. Çok kötüydü Rose, gerçekten çok kötüydü. Şu an hiç yaşamadığım hiç hissetmediği korkular gün yüzüne çıktı. Sen de vardın Rose, ulaşamıyordum sana engelliyordu birşeyler beni. Vicdanımdı belki de ve biliyor musun ilk kez kendimi böylesine çaresiz hissediyorum."Rose sessizdi. Ne kalbinden ne de beyninden hiçbir düşünce geçmiyordu. Kızgın mıydı yoksa üzgün mü kestiremiyordu. Düşünceleri kenetlenmişti. Gökyüzünde parıldayan güneş suratını ısıtmıştı fazlasıyla. İnanmalı mıydı Alexz'e? Güvenmeli miydi bir kez daha? Yoksa bu da mı bir yalandı? hayır, yalan olamayacak kadar içtendi. Gözlerini kapattı. Zihnini toparlamaya çalıştı. O sırada birinin onun omzuna dokunduğunu hissetti. Arkasına döndü. Karşısında gördükleri ile kanı çekilmişti bir anda. Ya ölmüş olmalıydı ya da bir rüya görüyor olmalıydı. Telefon elinden düşmüştü. Göz bebekleri büyümüş, vücudundaki bütün kan beynine hücum etmişti. "David..." dedi şaşkın bir ifadeyle. Gerçek olamazdı karşısındaki, olmamalıydı. Elini karşısında dikilen adamın elmacık kemiklerine götürdü. Dokunuyordu ama hissedemiyordu. Birşey söyleyemiyordu. Ruhu kaybolmuştu. Aniden bayılacağını hissetti. "Ama sen... Sen öldün. Ölmüştün." Rose artık ne dediğini neyden bahsettiğini bilmiyordu. İşte eski sevgilisi, en yakın dostu karşısındaydı. Her zamanki gibi gülümsüyordu. Kalbinin atışları duyulmasa da, vicudu hissedilmese de karşısındaydı. "Güven..." dedi yatıştırıcı bir ses tonuyla. "Güven ona."

Sabahları ilizyon görmek pek onun tarzı değildi. O genelde gerçekçi olurdu hep. Bu da gereçk olmalıydı. "Sen... Ölmedin mi? Öldün David. Burada olman imkansız." dedi titrek bir ses tonuyla. Telefondan sevgilisinin sesi çıkarken ona konsantre olamıyordu. Elleri titriyor, beyni yeteri kadar çalışamıyordu. "Ölüm bizi ayıramazdı ki. Ayırmadıda. Ona güven Rose. Ona güven... Seni seviyor. " Rose ciddileşmişti. Gözlerini yerde durmakta olan telefona dikti. Başını tekrar kaldırdığında David yok olmuştu. Etrafına bakındı. Yoktu. Geldiği gibi gitmişti. Yavaşça ve titreyerek yere eğildi ve telefonu aldı. Kulağına götürdüğünde rüyamı gerçekmi olduğundan emin olamadığı olayın etkisindeydi hala. "Noldu sevgilim yoksa inanmadın mı bana? David olsa inanırdın öyle değil mi?"
Alexz'in bu çıkışı üzerine gerçeğe döndü bir anda. Gözlerindeki yaşlar kurumuş,birden ruhsuzlaşmıştı. "Nerdesin?" diye sordu. Beyni artık işlevlerini geri kazanmıştı. Sinirli ifadesini bir kenara bırakmıştı. Alexz hafif şaşkın hafif tereddütlü olarak "İspanya'da. Oteldeyim." demişti. Rose başka bir şey sormadı. Telefonunu kapatarak mezara baktı. Alexz'in bilmesi gereken bir şey vardı;nefret ettiği adam sayesinde hala Rose'ın hayatındaydı.Bu düşüncelerin eşliğinde Rose, İspanya'ya uçmak için süpürgesini çağırdı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
April Jacquéline Fioré
Karanlık Lady - Yönetici
Karanlık Lady - Yönetici
April Jacquéline Fioré


Mesaj Sayısı : 155
Galleon : 234
Doğum tarihi : 30/08/93
Kayıt tarihi : 28/04/09
Yaş : 30
Taraf : Dark Side
Sihirsel Soy : Safkan

Bilgiler
Ro Puanı:
Rose Evelyn Constantine Imgleft100/100Rose Evelyn Constantine Emptybarbleue  (100/100)

Rose Evelyn Constantine Empty
MesajKonu: Geri: Rose Evelyn Constantine   Rose Evelyn Constantine Icon_minitimeCuma Mayıs 01, 2009 10:23 pm

En başta Ro gereğinden fazla uzun ve yorucu. Bu kadar uzun Ro'a hiç gerek yok. Kurguyu ve olayları sanki bir sünger gibi uzatmışsın. Bu yüzden sonlara doğru betimlemelerin azalmış ve imla hataların artmış. Kelime seçişlerin iyi ama bazı yerlerde pek beyenmedim. Ro'nun akıcılığını bozan cümleler var. Ayrıca bazı noktalama işaretleri dikkatimi çketi. Oldukça yersiz kullanılmış. Görünüz olarak güzel ancak bu kadar uzun Ro'lar için size11'i öneririm. Böylece daha hoş durur. Kurgu konusunu beğendim.

Puan:
78
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Rose Evelyn Constantine
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Rose Evelyn Constantine
» Rose Evelyn Constantine
» Bay Constantine'in Kasası
» Bayan Constantine'nin Ofisi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Phoenix ! ~ Harry Potter Rpg :: Büyü Dünyasına Duyurular :: Rol Oyunu :: Puanlama Merkezi-
Buraya geçin: